18 Nisan 2024 Perşembe
1 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

Sele Boğazı ve Akçaabat’ın Kayıp Hafızası – II

7 Mart 2017
Sele Boğazı ve Akçaabat’ın Kayıp Hafızası – II

Geçen haftaki yazımda da ifade etmiştim. Çocukluğum Salari Mahallesi’nin Velioğlu karyesinde geçti. Buradaki vaktimizin çoğu inek çobanlığı yapmak ve Gıran (Kır Alan), Yükcâmi (Yıkık Camiî) dediğimiz alanlarda top peşinde koşturmakla geçerdi.

Yazımızın konusu ise, işte bu inek beklediğimiz geniş vadi ile ilgili. Bu vadinin adı Sela Boğazı vadisiydi. Bu vadinin batı yakasında Abeda, Güney sırtında Haydanli/Tütüncüler ve Helvacılı, doğu cenahında Velioğlu sarp kayalıkları ve Guduna, kuzeyindeki ön cephesinde ise Salari’nin merkezi yer almaktaydı.

Bu vadi ile ilgili ilk şaşkınlığımı 1980 yılında ilkokula başladığımda yaşadım diyebilirim. Zira biz, ineklerimizi otlattığımız bu alana “Mere/Mera” derken, aşağı Salari Mahallesindeki sınıf arkadaşlarımız bu sahaya “Orman” diyorlardı. Şaşkınlığım şuydu ki, ortada öyle cesim (büyük) bir orman yoktu. Geniş ve dik otlakları olan bu vadide ‘Zerdi’ dediğimiz yabani çam ağaçlarına veya maki topluluklarına benzeyen seyrek ve bodur ağaçlar vardı. Ki bu bodur zerdi ağaçlarının boyu çocuk boyuma bile zar zor yetişiyordu. Neyse ki, sonradan merak salıp araştırınca, Zerdi dediğimiz bu bodur ağaçlarının adının ve türünün “Ardıç” olduğunuz öğrendim. Öz suyu çok güzel kokan bu ağaçların, nizami olan sağlı sollu budakları o kadar mükemmel olurdu ki, doğrusu bu çataklar sapan (Kuş Lastiği) yapmak için mükemmel bir tasarıma sahiptiler. Bu nedenle bu bodur ağaçların sık sık budaklarını veya dallarını kestiğimiz için, bu ardıç ağaçları bir türlü sayıca artamıyor ve vadide yeterince çoğalamıyorlardı.

Kader bu ya; tam 30 yıl sonra bu otlağa geçenlerde tekrar gittim ve çok şaşırdım. Çünkü sözünü ettiğim bu ardıç ağaçlar topluluğu neredeyse orman denilecek kadar artmış, çoğalmış ve boy vermişti. Çünkü artık mahallemize hayvancılık terkedilmiş, tütün üreticiliği bırakılmış, çocuk sayısı azalmış, inek çobanlığı tarihe karışmış ve ‘Mere’ dediğimiz bu geniş vadi de yalnızlığına terkedilmişti.

Neyse! Asıl konuma döneyim. Bu vadiye “Sele Boğazı’ denmesinin nedeni hep bir benzetime dayandıranlardandım. Çünkü sahilden yaylaya geçit veren ilk dar ve dik geçit olan bu boğazın geometrik şekli tam olarak bir Sele’yi andırıyordu. ‘Sele’nin ne olduğunu, yeni kuşaklar bilmeyebilir, açıklayayım: meyve veya sebzeler toplanırken kola, bir kol çantası gibi takılan, oval veya elips şeklinde olan, nizami bir derinliğe sahip olup, ince fındık çalılarından örülen bir kol sepeti anlamındadır.

Evet! Dediğim gibi, bu dar boğazın uzaktan görünümü tam olarak derin bir Sele’yi veya içindeki yükü rahat taşıyabilmek için kavisli bir kolu olan bir sepeti andırıyordu.

Ancak bu yakıştırmanın ardalanında çok daha sarsıcı başka bir tarihsel gerçeklik vardı ki, o da bu vadinin ve buradaki Salari köyünün 600 yılı aşkın geçmişinden de eski bir tarihe sahip olan bir şehit mezarının buradaki varlığıydı. Büyüklerimizden işittiğimize göre Büyük Bizans’a kuşatma yapan Emevi orduları döneminde, kıyının diğer bir başkenti olan Trabzon’a da bir bölük asker kuşatma ve keşif için gönderilmişti. Arap, Fars ve Türk askerlerden oluşan bu bölük, derin vadilerden geçerek Salari’nin Sele Boğazı dediğimiz bu kavşağından bölgeye bir çıkarma yapmışlardı. Askerler, buradaki hakim tepe olan Tütüncüler/Haydanlı tepesinde mevzilenmişler ve yer yer akınlar yaparak coğrafyayı tanımaya ve böylece ana orduya haber ulaştırmaya çalışıyorlardı. Hâliyle buradaki hakim tepeden, namaz vakitleri ‘Ezan’ ve ‘Selâ’ da okuyorlardı. İşte bu nedenle bu boğaza ‘Sele Boğazı’ veya ‘Selâ Boğazı’ adı verilmişti.

Nitekim bu gelenek yüzyıllarca devam ettirildi. Elektrikli ses sistemleri icad edilene kadar, iftar vakitleri, namaz vakitleri ve cenâze selâları civar köyler için yine hep bu boğazdan verilmeye devam edilmişti.

Ne mutlu ki, Selâ Boğazı’nın tam karşısında yer alan kadim bir şehit mezarı hâlen yerinde durmaktadır. Kaldı ki bu şehit mezarı yöremizce sırlı ve efsunlu bir yatır olarak ta bilinmektedir. Bu şehidin adı, önceki bir destan derlemesi çalışmamda tarafımdan sehven yanlışlıkla “Hüseyin” olarak kayıtlara geçirilmişti. Ancak daha derinlemesine çalışma yaptığımda bu şehidin adının “Cafer” olduğunu bulguladım. Bu şehit, kuvvetle muhtemel Arap bir asker olmalıdır. Ya da Türklerle evlilik yapmış bir ailenin üyesi olarak orduya katılmış bir neferdir.

Tespitlerime göre, bu vadiye gelen bu öncü kuvvetlerin, o zamanlar Salari’nin merkezinde bulunan kiliselerin düzenlediği ‘Aziz Günleri’ panayırlarına akın yapmak için burada yerel savaşlar verdiği ve bu savaşların birinde de Asker Cafer’in Sela Boğazı’nda şehit düştüğüne inanılmaktadır. Bu noktadan Salari’nin ilgi çekiciliği, Akçaabat’ın en eski Mahallesi olması, bünyesinde yedi cesim ve kutsal kilise bulundurması, lezzetli su kuyuları, yaz aylarında tadına doyum olmayan kar kuyuları ve soğuk tatlıları ile köy meydanında haftalık olarak kurulan bir çarşı ve pazarının olmasıdır.

Neyse konuyu dağıtmayalım! Bu ana artere seferler yapan Şehit Cafer’in arkadaşlarının bir kısmı da Sela Boğazı’nın karşı vadisinde yer alan Osman Baba Mahallesi, Fiz karyesinde şehit olmuşlar ve onlar da oraya geriye kalan arkadaşları tarafından sırlanarak defnedilmişlerdir.

Ne mutlu ki muhtarlarımızın güzel gayretleriyle her iki şehitlik te bakımlı hâle getirilmiş ve gönderlerine bayrak çekilerek makamları ve rûhları tebcîl edilmiştir.

Bu şehit mezarlarının bir başka efsanesi daha vardır ki, bu şehitler defineciler tarafından rahatsız edildiklerinde, bu kabalık ve aç gözlülük bölgede cesim fırtınalara ve sel felaketlerine sebep olmaktadır. Bu nedenle yerel halk halen gözü gibi bu şehit mezarlarına bakmakta ve buraya definecilerin ilişmemesi için adeta gizliden gizliye nöbet tutmaktadır. Canlı tanıklıklara dayanarak söyleyebilirim ki, bu mezarlara ilişen birçok defineci ağır sinirsel hastalıklar geçirmişler, felçli ya da ağır psikiyatrik hastalar olarak ibretlik duruma düşmüşlerdir.

Neyse! Bu yazıyı yazmaktaki maksadım, eğer bir gün yolunuz Salari (Sarıtaş) Mahallesindeki Seyrantepe Köfte-Balık Restoranına düşerse, bu şehitliği mutlaka ziyaret etmeniz veya aynı güzergâhtan Haydanlı Akçatepe Köfte-Balık Restoranına giderseniz, eski yoldan giderek Sele Boğazı’nın zirvesine çıkmanız ve hemen orada aracınızı yol kenarına çekerek Sele Boğazı vadisini ve karşınızdaki güzelim ardıç ormanını seyrederek buradaki diri tarihi ve de canlı hafızayı doya doya içinize çekmenizdir.

Gelecek hafta bir başka kayıp hafıza konusu ile devam edeceğim.

Şimdilik hoşçakalın.

Sevgiler.

YORUMLAR 1 Yorum Yapıldı.
  • hakan hocam tesekkür ederim daha cok bilgi edindim bir sonraki yazılarınızı merakla bekliyorum saglıcakla kalın
    3 Ağustos 2017 14:57

Akçaabat Postası SON DAKİKA: