22 Mart 2024 Cuma
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

Akçaabat’ın Kayıp Hafızası III: Yaban Hayatı ve Kara Akbabalar

24 Ağustos 2017
Akçaabat’ın Kayıp Hafızası III: Yaban Hayatı ve Kara Akbabalar

Akçaabat Postası’ndaki yazılarımıza uzun bir ara verdim. Heyhat! Araya çeşitli kitap ve araştırma projeleri girmişti çünkü… Bu bakımdan hem özürlerimi tensiplerinize arzeder hem de tekrar merhaba diyerek kaldığımız yerden devam etmeyi dilerim.

Bu yazımızın konusu Akçaabat’ımızı kayıp hafızasının nirengi noktalarından olan yaban hayatı ve ekoloji.

Düşünüyorum da, yaşım kırküç oldu. Yarım yüzyıl bile değil. Ama zaman zaman arkama yaslanıp Akçaabat’ımızın otontik geçmiş demlerini düşlediğimde, ilçemizdeki herşeyin inanılmaz bir hızla değiştiğini ve maateessüf yerini kuru kalabalıklara ve de betondan istiflere bıraktığını üzülerek gözlemliyorum. İşte bu nedenle yöre tarihimize not düşmek adına hafızamızı tazelemek için bu satırları karalıyorum.

İşte çocukluğumda ve hâtırımda kalanlar…

Kara Akbabalar

Çocukluğum, batı yönündeki sınırı Abeda olan, doğu yönündeki sınırı Guduna, güney sınırı Yaylacık/Zorasa, kuzey yönündeki sınırı ise Helvacı, Lafka ve Sele Boğazı ve Tütüncüler (Aşağı Satari) olan Salari köyünün (Şimdiki Sarıtaş Mahallesi) Velioğlu Yuk Camiî (Yıkık Camiî) karyesinde geçti.

Velioğlu Yuk Camii karyesi, sırtını önceki yazılarımızda değindiğimiz Şehit Cafer Mezarlığı’na vermiş, denize doğru verepleme ırmak boyu uzanan bir köyiçi olup, batı yakasında 1 kilometre uzunluğunda olan, yüksekliği ise 80-100 metre arasında değişen derin ve sarp uçurumlarla Guduna Mahallesi’nden ayrılmakta idi.

İşte bu uçurumun en sarp şahikasında, yani dimdik pürüzsüz yarığında ancak 1 kişinin sığabileceği bir mağara vardı. Bu mağaraya her yaz ayında bir çift Kara Akbaba gelir, yumurtlar, tek bir yavru büyüterek o zamanlar son derece tenha olan ormanlıklarda, ırmaklarda ve kayalıklarda beslenirlerdi. Sözümü ettiğim çocuk gözlerimle gördüğüm bu Akbabalar köyümüzde en fazla yavrularını büyütene kadar yaz boyu (3 ay) kalırlardı.

Bu yıllık göç rutini anne-babadan çocuklarına bir aile içgüdüsü olarak intikal etmiş olacak ki, bu yuvanın tarihi tahminlerime göre birkaç yüzyıl geriye kadar dayanmalıydı. Çünkü akbabaların yuvaları olan bu mağaranın ağzından aşağıya doğru 8-10 metre akarak sarkmış olan bir beyaz badana lekesine benzeyen bir dışkı lekesi vardı. Sanki magma tabakası volkanik bir patlama ile patlamış da, mağaranın ağzından dışarıya doğru lav çıkmış gibi aşağıya akmış olan bembeyaz bir kireç ve tuz tabakası vardı. Bu son derece uzun dışkı tabakasının oluşabilmesi için asırlar geçmiş olmasını tahmin etmek hiç de zor değildi…

Yılı 1982 olarak hatırlıyorum. Komşularımız olan Kara Akbabalar yine gelmişlerdi. Ama bu sefer talihleri yaver gitmemişti. O zamanlar son derece bıçkın bir delikanlı olan ve şimdi de hayatta olan bir ağabeyimiz tarafından uzun denemeler sonucu bu Akbabalardan biri saçmalı tüfekle vurularak bilinçsizce avlandı. ‘Gavur’ lakablı bu abimizin niyeti, güyâ Akbabanın içini boşaltıp kuru saman ile doldurmaktı ve sergilemekti. Ama öyle olmadı. Hayvancağız telef olup gitti. Diğer Kara Akbaba (anne mi, baba mı bilmiyorum) ve yavrusu ise mahallemize küstüler bir daha da gelip o mağaraya yuva yapmadılar. Hasılı odur budur bu Akbaba yuvası hâlen ıssızdır ve uzun beyaz duvaklı lekesiyle sözünü ettiğim o kayalıklara bakınca ıssız ıssız bize göz kırpmaktadır.

Yeri gelmişken bu hayvan hakkında kısa bir bilgi de vermek isterim. Vahşi ve yaban karakteristiği olan bu kuşlar, maalesef azalan düzensiz besin kaynakları yanısıra değişken hava şartları yüzünden ciddi bir yaşam mücadelesi vermektedir. Bu Akbabalardan ülkemizde en az 100 çift, en fazla ise 200 çift kaldığı tahmin edilmektedir. Yani soyu tükenme tehlikesi altındadır.

Bu kuşlar, besin aramak için bozkırlardan ziyade, daha çok sayıda otlak hayvanı besleyen çayırlıklara ve hatta çıplak dağlık alanlara kadar değişik açıklık alanları kullanırlar. Yaşam alanları 1000 metre yükseltiyi geçmemektedir. İnsan tarafından bozulmuş ve kullanılmış arazilerden kaçınırlar. Tünemek ve yuvalamak için geniş kaldırma kuvveti olan hava akımlarının sayesinde inişin ve kalkışın kolay olduğu yerleri, yani mahallemizdeki gibi derin uçurumları tercih ederler. Havalandıktan sonra ise uzun mesafelerde ve yüksek irtifalarda hava hakimiyetini büyük bir ustalıkla kullanırlar. Yerdeki hareketleri de güçlü ve hızlıdır fakat çoğunlukla açık ve serbest alanları tercih ederler. Çok güçlü ve dayanıklı bir tür olmasına rağmen beslendikleri habitatların küçülmesi nedeniyle bu hayvanların popülasyonları ve soyları maalesef tehdit altındadır.

Üreyen bir Kara Akababa çiftinin maksimum günlük besin ihtiyacı Haziran sonu-Temmuz başında 2,2 kg.’dır. Başarılı bir çiftin yıllık besin ihtiyacı ise 600 kg.’dır. Bu rakamlar size abartılı gelebilir ancak söz konusu leşler olunca, sadece bağırsaklar bile yenildiğinde bu rakamlara rahatlıkla ulaşılabileceği unutulmamalıdır.

İlginç olan şu ki; bu hayvanlar kaba, yabani ve leşçi olarak bilinseler de, eşler gerek leş başında, gerekse yuvalarında birbirlerini selamlayarak yemeğe başlarlar. Çiftler genellikle yakın temas halinde bulunurlar, birbirlerinin peşi sıra gezerler ve yan yana beslenirler. Yumurta bırakmadan çok çok önce eşler yuvada birbirleriyle zaman geçirmeye başlarlar ve kolay kolay birbirlerini yalnız bırakmazlar.

Eşler, bir yılda tek bir yavru büyütürler. Geceleri kuluçkaya yatma ya da yavruyu koruma görevi ise genellikle dişiler tarafından gerçekleştirilir. Eşler, iki ay boyunca yavruyu güneşten korumak amacıyla düzenli aralıklarla, bazen kanatları da açarak gölgelenirler. Bu halleri gerçekten de görülmeye değerdir.

Sanırım şimdilik bu kadar yeter…

Gelecek yazımda da, çocukluk anılarımı süsleyen ve çıplak gözle görmüş olduğum Mavi Hüdhüd Kuşu, Taraklı, Çakal, Kır Tavşanı, Sincap vb. yabanî hayvanları betimleyerek Akçaabat’ımızın yaban hayatının ve hafızasının izini sürmeye devam edeceğim.

Selam ve sevgilerimle.

Hoşçakalın.

 

YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

Akçaabat Postası SON DAKİKA: