24 Nisan 2024 Çarşamba
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

‘Akçaabat’ Adının Kısa Tarihi – IV (Sebastapolis, Hermonassa, Platana, Buladana, Polata, Pulathane, Akçaova, Akcaâbad)

12 Şubat 2017
‘Akçaabat’ Adının Kısa Tarihi – IV (Sebastapolis, Hermonassa, Platana, Buladana, Polata, Pulathane, Akçaova, Akcaâbad)

Önceki yazılarımızda ‘Sebastapolis’,Hermonassa’, ‘Platana, Buladana, Pulathâne’ adlandırmaları üzerine yoğunlaşmıştık. Bu haftaki yazımızda, özellikle geç klasik dönemde güzel Akçaâbat’ımıza verilen bir diğer isim olan ‘Akçaova, Akcaâbad’ adlandırmalarını incelemeye çalışacağız.

Akçaova, Akcaâbad

Güzide Akçaabat’ımıza bu adın verilmesini kanımca daha çok seyyahlara, tüccarlara, denizcilere ve çöl ya da kurak iklim insanı olup ta geç klasik dönemlerde Akçaabat’a gelip yerleşmiş olan kimselere borçluyuz.

Denilebilir ki, ağırlıklı olarak özellikle İtalya-Fransa-İstanbul-Kırım hattındaki ihraç ve ithal malların taşımacılığını yapan ve özellikle Trabzon-Tebriz arasında mekik dokuyan çöl veya karasal iklim insanı diyebileceğimiz seyyahlar ve tüccarlar, her Trabzon’a geldiklerinde, hele ki çetin kış şartlarında Akçaabat limanına sığındıklarında burayı diğer Trabzon sahillerinden çok daha düz, ekili, mütenasip ve dingin bulduklarından buraya ‘Akçaova’ adını vermişlerdir. Özellikle 10. Yüzyıldan sonra bu adın yavaş yavaş kullanılmaya başlandığı, 14. Yüzyıldan sonra ise yazılı kaynaklara da bu şekilde yansıtılmış olduğu görülmektedir.

Öte yandan, seyyâhların ve tüccarların bu benzetimi haklıdır ve yerindedir; zirâ, bugün bile özellikle Söğütlü ve Yaylacık sırtlarının ovayı andıracak kadar yer yer hafif eğimli düzlüklerle kaplı olduğunu ve yakın tarihe kadar Rize’ye kadar hemen tüm bölgenin sebze ihtiyacının da buradaki tarlalardan karşılandığını unutmamak gerekir.

Buraya kadar ki analizimiz “Ova” kelimesi üzerine yoğunlaşmış olmamızın açılımıdır diyebiliriz. Ancak burada “Akça” kelimesi üzerine de odaklanmamız gerekir. Kanaâtime göre, ilk Akçaabatlılar ve gezginler bu “Akça” kelimesini “Beyazlı, Beyazca, Aydınlık, Temiz, Pak, Sade” anlamlarını karşılamak için kullanmış olmalılar.

Zirâ, tarihi vesikalar bize göstermektedir ki; özellikle Kafkasya üzerinden bu bölgeye göç eden Salur Türklerinin yerleşmiş olduğu Salari-Satari vadisinin denizden görünümü oldukça muhteşemdir. Şimdi gözlerinizi bir kapatın ve Söğütlü açıklarından eski bir Ortaçağ Argo gemisiyle İstanbul’a doğru yol aldığınızı düşleyin. İşte o gemideyken denizden Akçaabat’a doğru baktığınızda, şimdi de Söğütlü’den Yaylacığa, oradan Salari’ye ve Satariye kadar ki düzlüklerde ve hafif eğimli tepelerde engin hasada hazır buğdaylıklar veya biçilerek kurumaya bırakılmış rengi beyaza çalan çayırlıklar olduğunu bir düşünün ve bu büyük fotoğrafa bir de böyle bakın! Nitekim karşınızdaki bu fotoğraf sizde, şüphesiz burasının “Beyazca, Akça, Zengin” bir ova olduğu izlenimi uyandıracaktır.

Kanaatime göre, Akçaabat’ımıza, bir dönem “Akçaova” adının verilmesinin nedeni işte bu empirik gözlem ve yakıştırmadır. Kaldı ki, yöremizin uzun bir süre bölgenin tahıl ambarı olduğu ve meyve-sebze üretimi konusunda da bölgenin en verimli topraklarına sahip olduğu kuşkusuzdur. Dahası, yine tarihi vesikalardan anlayabiliyoruz ki, Salur Türkleri’nin bölgeye getirdiği Kafkas bölgesine ait özel bir cins buğday türünün adı da “Setari”, “Sateri” veya “Satari”dir. Nitekim, eskiden ‘Salari’ ve ‘Satari’nin tek bir köy olduğu ve bu bölgenin buğday ekimleri ile meşhur olduğu hem ileri yaşta olanların hem de klasik kaynakların doğrulamış olduğu bir olgudur. Nitekim tüm bu veriler, neden bir dönem Akçaabat’ımıza ‘Akçaova’ adının verilmiş olduğunu bize bu şekilde açıklayabilmektedir.

Bu noktada, manidâr odluğunu düşündüğümüz başka bir görüş daha vardır ki, onu da şu şekilde özetlemek isterim: Muhtemeldir ki ‘Akçakale’ ile ‘Akçaova’ veya ‘Akçaabad’ adı arasında da yakın bir ilişki vardır. Denilebilir ki, Akçakale; Akçaabat’ı korumak için inşâ edilmiş müstahkem bir kaledir ve kalenin taşlarının beyaz renkte olması, bu kalenin koruduğu alana da “Akça: Beyazca” anlamlarında bir yer adlandırmasına dönüşmüştür. Bu anlamda “Akçaova” adındaki ‘Ova’ sözcüğünü, “Yer, belde, yerleşke” olarak anlamlandırdığımızda, netice olarak “kalesinin taşları beyaz olan yer” veya “kale duvarları ak taştan olan belde” anlamlarında bir adlandırma ile karşılaşırız ki, bu analiz de rasyonel bir şekilde toponomi (yer adlarını analiz ve tespit etme) bilimine uygun görünmektedir.

Son olarak ‘Akçaabad’ adına gelecek olursak, bu adlandırma daha çok geç dönemlerde, özellikle Akçaabat’ın giderek zenginleşmesi; tarım, kültür, sanat, demir işlemeciliği, balıkçılık, kar kuyuları, deniz taşımacılığı ve liman ticareti ile Doğu Karadeniz’in en büyük pazarı olan ‘Polata Pazarı=Salı Pazarı”na sahip olmasıyla açıklayabileceğimiz bir olgudur.

İlçemizdeki meşhur ağa ailelerinin, Ermenilerinin, ticaret erbabı olan Rumların ve tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkın giderek zenginleşmesi ve özellikle de çevre il ve ilçelere de hizmet veren ve tedarik yapan bir konuma gelmesiyle birlikte, “Akça: Beyazca” kelimesi, zamanla ‘Akçe: Para” formuna, ‘Abad’ kelimesi ise ‘zenginlik, bolluk, bereket” formuna dönüşerek geç klasik dönemlerde ‘Akçeabat, Akçeabâd, Akcaabad, Akçaabat” formlarında kullanılmaya başlanmıştır.

Akçaabat’taki bu zenginlik konusunun ve refah düzeyinin, Trabzon’un diğer ilçelerinden açık ara önde olması konusu kesinlikle doğrudur; zirâ, sevgili Akçaabat’ımız, Karadeniz kıyısında definecilerin en çok cirit attığı kasaba olup, bu konu pek bilinmez ama yeri gelmişken burada belirteyim, Karadeniz’in en büyük hazinesi olan ‘Platana Hoard’ definesi Akçaabat ilçemizde bulunmuştur.

Bu büyük hazinenin parçaları ve altın sikkeleri hâlen günümüzde, dünyanın en büyük arkeoloji müzelerinden olan İngiltere’nin Oxford şehrindeki Ashmolean Museum’da (Ashmolean Müzesi’nde) sergilenmektedir. Bu büyük eşsiz hazinenin 1280’lerde gömüldüğü tahmin ediliyor ve hazinenin bulunup yurtdışına çıkarıldığı tarih gizlense de, bu hazinedeki altın akçelerin, Akçaabat kelimesindeki ‘akçe’ sözcüğüne esin kaynağı olduğunu düşünmek için, elimizde yeteri kadar haklı nedenler bulunuyor.

Bu konuyu daha fazla irdeleyerek Akçaabat’ımızın kadrolu definecilerini galeyâna getirmek istemem; ancak, yolunuz bir gün Oxford’a düşerse bu hazineyi gidip yerinde görmenizi tavsiye ederim.

Bu haftalık ta bu kadar.

Haftaya yeni bir başlıkla ‘Akçaabat Postası’nda tekrar buluşmak üzere.

İstanbul’dan herkese selamlar ve sevgiler.

Hoşçakalın.

 

YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

Akçaabat Postası SON DAKİKA: