ÇOLAKLI MAHALLESİ
Bir sabah kalkıyorsun yağmur,
Bir sabah güneş…
asfalt yollar değil,
vagon yolları bağlar beni sana, Akçaabat…
Defnenin kokusu yaprak yaprak odamda
İspinoz şarkıları ise kulaklarımda
Akşamdan kalan sobanın isi
Ve ben
Gözlerindeki özlem damlaları
Çağlasam
Düşeceğim yanaklarından, dudaklarına.
Limana inmek için
yürüsem parke taşlı sokaklarından
Bir limon çiçeği kokusunda bulur muyum seni.
Ya da yeni patlayan sultan küpesinde
Duyar mıyım sesini.
Eskilerin özlemi sinmiş
her köşe başına
dönsem
bakkalda bulur muyum İsmail Amcayı.
Caminin yanında mola versem
Duyar mıyım Mustafa’nın “Sebat, Sebat” coşkusunu.
Yok yok
Kalmadı Çolaklı’nın eski tatları,
Bağlama sesi duyuluyor krandan
Ustura arayuva söylüyor,
Adnan Amca’nın oğlu Soner’e
Kamuran Teyzenin gözlerinde iki damla yaş
Oğlunun canı yanar mı ki, sünnette.
Sararmış yine muşmulalar
Aman Asaga Teyze duymasın uşaklar
Gizli gizil alalım.
Atıyla gezermiş bütün mahalleyi çok eskiden
O yüzdendir Asiye Teyzeye,
Aga denmesi.
Rum evi durur derenin kenarında
Mahzenin de boş rakı şişeleri
Fuat Abi akşamdan kalmış belli
İtfaiye sireni çalsa, uyanmaz.
Kar yağmaya başladı lapa lapa
Aldık mı gübre torbalarını
Bir solukta ineriz Mulalinin bahçeye.
Tümsek yapalım uşaklar,
Ahmet Amca’nın fındıklığına atlamak için.
Akif, Hamdullah, Mustafa,
Hasan, Zehra, Naciye
Mahallenin her şeyi
Ne güzel evlatlar yetiştirdi
Kemal Amca ile Melahat teyze.
Osman abi,
Vur şu gitarın tellerine
Şener’i bulalım senin sesinde
İlk baharda yolladık onu askere
Alatürbü’de geldi mahalleye
Al sancağa sarılı.
O ölmedi, yaşıyor açan her çiçekte
Sen yine de
Vur şu gitarının tellerine
Desin bize, Şener ölmedi.
Gece geldim kapına
Selam verdim yapına
Al selamımı Fethiye Teyze
Bir daha gelmem kapına
Galandariz…
Durur mu yerinde ki Fethiye,
Şener çalar, o oynar bu galandar soğuğunda.
Uzun Asiye Teyze alınma,
Sen sarı sarı ayvaları hazırla,
Şimdi senin kapını çalacağız
Onur ile Ali’yi uyandır.
Karahasan’ların Kibar,
Öğretmenlik nede güzel yakışıyor sana.
Birde ahretlik Ender’i vermişsin ki bana,
Beşi bir yerde yakışır, Zehra Ablama.
Graçın Mehmet bıçak oynar
Hüseyin’in düğününde
Adnan alkış tutar
Fatma ile Emine’nin kolbastısına.
Ey gidi Hasan Amca,
Jandarma dokunmaz Muhtara,
Bütün mermileri yak.
Devrim ilkokulu
Durur anıt gibi gramba da
Hasan Paşa bekler bizi
Giriş kapısında.
Türküm, doğruyum, çalışkanım…
Yerli malı günü gelse de
Sefer ceviz getirse bize.
Arabasının sesi duyulur
Naalın bayırından,
Kim diye sormayın
Herkes tanır Sela Dayıyı
Kornasından.
Turgay Abi, hamsiler hazır
Sen içkiyi bıraktın ama
Bakıyorlar Şenol ile bana nazır.
Haci abi yordu seni bizim mahalle
Kamyon belediyenin değil,
Sanki Selim Muhtarın.
Yatsı ezanı okunuyor
Gitmesek olmaz.
Ali Kemal Hoca
atar bizi cennetten.
Hava hafiften çiseliyor
Hazırlayın lüküsleri
Gamara bizi bekler,
Bıldırcınlar geliyor.
Gamaranın düzüne
Bir kemençe sesi yayılır
Ali Kenan’ın sesine
Bıldırcınlar bayılır.
Arap Mehmet’in
kaplaması uzundur.
Bıldırcınlar belinde
Mısırlıktan geliyor.
Mehmet’im dönmüş askerden
Yüzünde bir efkar.
Buzbağ şarabı diyorum,
“Kesmez, köpek öldüren” ver diyor.
Orkestra kurulmuş,
Darbuka da Sami, zilde Yaşar Temel.
Ellerinde kadehler ile
İzler Metin’ler.
Onur Abi türkü tutturur
İstanbul’da ki ablasına
Taner Abi durur mu,
Patlatır Ferdi’den
Bende özledimi..
Osman Abi çatı yapar evinin üstünü,
Zehra abla süt içirir Sinem’e
Ömer’i kimse aramasın,
Bakar ona gözü gibi Yadigar.
Yadigar, Yadigar,
Durur yüreğimde acısı
Kolumu kaybetmişim gibi
Yarım yaşarım, ondan sonra.
Kuşluk vakti oldu mu,
Sokak lambaları söndü mü,
Salih Zeki Abi sigarasından derin derin çekerken
Mezgit adasına vardı mı…
Ayten Abla bekler derede
Gelen gidenin yolunu
Yabancı gördüğü anda duyurur,
Bütün mahalleye sesini.
Balıkçılar dönüyor nazlı nazlı
Palamut avından
Martılardır onları ilk karşılayan
Evde bekleyenlerinden önce.
Deniz dalgalıymış, palamut çokmuş
Kimin umurunda,
Hasan Baba’nın haşlaması varken.
Yalçın Abi gider her sabah
Kurnaz’da ki dereye
Bekleriz ondan taze taze
Patates, lahana, biberiye…
Ey benim mahallem…
Hücrelerime işlediğin karayemişler
Al al olmuş.
Gurbet ellerde
Ne onun tadı var, ne de senin.
Aşkların en güzeli
Derler ya uzaktan sevmekmiş,
Yalan…
En güzel aşk, Çolaklı’da yaşananıdır.
Serpil Abla’nın aşkı değimliydi onu,
Kemal Abi’ye kavuşturan…
Ya da,
Ali Haydarın aşkı değil miydi
Tuvaline fırçasıyla çizdiği resimler.
Uzaklaşsa da Özlem öğretmen mahalleden,
Anlatıyordur öğrencilerine
Hıdırellezde paylaşılan yumurtanın mutluluğunu.
Yollar uzak…
Denizler uzak…
Dağıldık dünyanın dört bir yanına…
Kimimiz Almanya’da, kimimiz Fransa’da.
Yüreklerde ise hep aynı dilek,
“Beni Akçaabat toprağına verin”
Ethem Amca el sallıyor grambadan
Köfteler hazır.
Hikmet Abi salatayı, Remzi Abi piyazı yapmış.
Fikret Abim ise sofrayı hazırlamış,
Rakıları kristal bardaklara doldurarak.
Çalmayın kapıyı,
Onlar ayak seslerimizden tanır bizi.
Kadriye Teyzemin o gülen yüzüne,
Nede güzel yakışıyor
Barış güvercinleri.
Buram buram tahta kokar
Mehmet Amcanın evi
Orhan usta el attı mı,
Yapar ahşaptan saray gibi evi.
Gidiyor yine Mustafa amca,
Manifatura dükkanını açmaya.
Oradan alırdı anam desenli pazeni hep.
Okumasınlar bu şiiri,
Pazenden don giymeyenler.
Limon satarım, limon
El arabasında.
Suyu yoksa da kızmaz,
Zabıta Kenan Amca.
Kuruldu yine kadınlar pazarı,
Gözlerimiz onu arar.
Taze marul almak için,
Herkez Bodonozlulara bakar.
Geldik, gidiyoruz dostlar
Üç günlük dünya işte, ne yaparsın.
Bir avuç toprağım olsun diyorsanız,
Ağaç dikin bu toprağa.
Ağaç ki, kökler ile tutunur dünyaya.
Ne insanlar tanıdım,
Çok güzellikler gördüm.
İstedim ki,
Unutulmasınlar.
Unuttuklarım da olabilir,
Eksik yazdıklarım da.
Sürç-i lisan eylemişsem eğer,
Affedin beni,
Çolaklı’nın güzellikleri.
Erkan Ergül