20 Nisan 2024 Cumartesi
4 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

YERELDEN DÜNYAYA REDİF SESİ VAR:YEMEN

10 Nisan 2018
YERELDEN DÜNYAYA REDİF SESİ VAR:YEMEN

YERELDEN DÜNYAYA

REDİF SESİ VAR:YEMEN

 

Yemen, ayaklarımızı süsleyen “yemeni”dir, Yemen “Sana, Hudeyde ve Taiz’deki Osmanlı eserleri”dir, Yemen “Veysel Karani”dir ve Yemen topraklarının tamamı ecdadın kan kokan “şehitler mezarlığı”dır.

Yemen’e ilişkin yazılmış farklı ağıt, türkü ve şarkı sözleri barındırır bizim geçmişimiz. Bu türküler ve ağıtlar Kosova’dan Muş’a ve Şam’a kadar tüm Osmanlı topraklarını kaplar. Sözlerinin tamamında ayrılıklar, hüzünler ve uzak diyarlara gönderilmiş fakat geri dönememiş sevgililer, oğullar vardır. Kahve’nin Yemen’den geldiğini de bu türkülerden öğreniriz.

Adını sayamayacağım birçok sanatçı “Yemen Türküsü”nün farklı versiyonlarını seslendirmiştir. Hangi yöreden derlendiğine ve sözlerine dair farklı rivayetler mevcuttur.

Adı Yemen’dir
Gülü dikendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir

Kışlanın önünde redif sesi var
Açın çantasını acep nesi var
Bir çift kundurayla bir de fesi var

Fakat asıl olan Yemen Türküsünün dinlediğimizde bizlerde bıraktığı his ve çok uzaklardaki Yemen’in bizim insanımızın hayatına ve duygu dünyasına girmiş olmasıdır.

Türküde geçen “redif” kelimesi TDK sözlüğünde “Son dönem Osmanlı ordusunda, askerlik görevini bitirdikten sonra yedeğe ayrılan er” şeklinde açıklanmaktadır. Anlıyoruz ki yeterli askeri bulamayan ordu göreve yedek askerleri çağırarak onları Yemen Cephesine göndermiştir. Zorlasanız neredeyse her aileden bir Yemen şehidi çıkarabilirsiniz.

Redif teşkilatı, II. Mahmud döneminde 1834 yılında kurulmuştu. Buna göre 5 yıllık normal askerlik süresini tamamlayanlar 7 yıl da rediflik hizmetinde bulunacaklardı. (II. Abdülhamit döneminde rediflik süresi 8 yıla çıkarılmıştı.) Yemen’deki 7. Ordu dışında Osmanlı Devleti’nin diğer altı ordusunda redif teşkilatı mevcuttu. Ancak Yemen’e esas olarak Merkezi Erzincan olan 4. Ordu (ki Osmanlı Devleti’nin en geniş mıntıkaya sahip ordusu olup Trabzon, Sivas, Erzurum, Ma’mûretü’l-aziz, Bitlis, Van ve Diyarbakır vilayetlerini kapsamaktaydı) ile merkezi Şam olan 5. Ordu’nun redifleri gönderiliyordu.[1]

Yemen tarihini uzun uzadıya anlatmanın sizlere sıkıcı ve yorucu gelebileceğini biliyorum. Ancak; Yemen tarihine değinmeden bugüne geçiş yapmanın ecdadımıza büyük haksızlık olacağı düşüncesi ve sağlıklı bir analiz yapılamayacağı gerçeğinden hareket ederek Yemen tarihinden bahsetmenin uygun olacağını değerlendiriyorum.

Tarihi bağlarımızın çok kuvvetli olduğu Yemen, tarihi boyunca nadiren tek bir devlet tarafından yönetilmiştir. Osmanlının Yemen ile ilişkisi 1517 yılında Yavuz Sultan Selim’in Mısır’ı fethi ile başlamış ve Yemen Osmanlıya bağlılığını bildirmiştir. Kutsal toprakları (Hicaz’a bağlı Mekke ve Medine) korumak amacını güden Yemen’in fethi ise 1538’de sağlanmıştır. Yemen bu tarihten itibaren Osmanlı hakimiyetine girmiş; yönetime karşı ayaklanan Zeydi imamların idareyi devralması sonucu Osmanlı bu topraklardan 1636 yılında ayrılmıştır. İngiltere 1839 yılında Aden Limanını işgal etmiş ve Aden bölgesinde hakimiyeti sağlamıştır. Hindistan ile bağlarını ve ticaretini devam ettirmek isteyen İngilizler için denizyolu üzerindeki Aden’in elde tutulması zaruri görülmüştür. İngilizler bölgedeki aşiretlerle anlaşmalar yaparak varlıklarını korumaya çalışırken, aşiretlerin kontrolü altındaki toprakları genişletmesine yardımcı olmuşlar ve Osmanlı ile bölgede bir egemenlik yarışı içine girmişlerdir. Yemen 1636-1849 yılları arasında Osmanlı idaresinin dışında kalmış, Osmanlı 1849 yılından itibaren Yemen’de egemenliğini tekrar geri kazanmak için girişimlere başlamıştır.

İngiltere’nin de kışkırtmasıyla 1849-1918 yılları arasında devam eden isyanlar neticesinde farklı kaynaklarda farklı rakamlar belirtilmesine, yazılı kayıtların sağlıklı tutulmamasına veya yok edilmesine rağmen yüz binlerle ifade edilebilecek sayıda vatan evladının Yemen topraklarında şahadet şerbetini içtiği ve ruhlarıyla orada var olmaya devam ettiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

1’inci Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi uyarınca Yemen’deki Osmanlı varlığına son verilmiştir.

Özellikle 1871-1894, 1895-1905 ve 1910-1911 yılları arasında bölge için değişik askeri ve idari tedbirler (Yemendeki 7’inci Kolordu ordu seviyesine çıkarılmış, Özellikle Abdülhamit döneminde Yemen’e ehil danışmanlar gönderilmiş ve insani münasebetler geliştirilmeye çalışılmıştır) getirilmesine rağmen Osmanlının son dönemde kendi içinde karşılaştığı sorunlar ile ayrılıkçı hareketler, İngilizlerin oyunları ve bölgedeki aşiretçi, mezhebi anlayışın etkisiyle Osmanlıya karşı süreklilik arz eden isyanlar devam etmiş hiçbirimizin hafızasının alamayacağı felaketler ve sonlarla karşılaşılmıştır.

Redif taburlarının Yemen’e gidişleri, dönüşleri ve Yemen’de bulundukları süre içerisinde katıldıkları çatışmalarda yaşadıkları olaylara ilişkin çok acı anılar mevcuttur. Uzun süren gemi yolculuklarında yaşanan insani olmayan şartlar, susuzluk, salgın hastalıklar, hıyanet, ordu içerisindeki isyanlar, arkadan vurulmalar ve en acısı ise insan eti yemeye varan açlıklar.[2] 

Trabzon ve Rize’den Yemen’e gönderilen ve belki de  geri dönemeyen binlerce kahraman olmuştur. Cengiz ÇAKALOĞLU makalesinde bu hadiseyi “Trabzon Redif Taburu, 16 Mayıs 1905 tarihinde gece saat üçte Hudeyde Vapuru’yla Trabzon’dan ayrıldı. Tabur vapura 809 mevcutla binmişti. Hudeyde Vapuru’nda ayrıca, 820 mevcutlu Polathane Taburu ve Sürmene Taburu’nun 400 mevcutlu iki bölüğü de bulunmaktaydı”[3]şeklinde aktarmaktadır. Aynı makalede geriye dönüşe ilişkin ise sayfa 118’de “800-900 mevcutla gelen bazı redif taburları 50’den daha az mevcutla dönüş vapurlarına bindiler” ifadesi yer almaktadır.

Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde kalan Kuzey Yemen 1918-1948 yılları arasında İmam Yahya’nın kontrolünde kalmıştır. İmam Yahya 1948 yılında bir suikast sonucu öldürülmüş ve yerine oğlu İmam Ahmet geçmiştir. 1948 yılından İmam Ahmet’in 1962 yılında ölümüne dek, ülke aynı sülale tarafından yönetilmiştir. 1962 yılında İmam Ahmet’in oğlunu deviren ordu, “Yemen Arap Cumhuriyeti”ni ilan etmiştir. Mısır ve Suudi Arabistan ve diğer bölge ülkeleri bu dönemde Yemen’den ellerini çekmemiş ve taraf olarak ülkedeki iç savaşları körüklemişlerdir.

1967 yılında kuzeydeki gelişmelerden korkan ve saldırılara maruz kalan İngilizler (1963’de Güney Arabistan Federasyonu adını verdikleri) Güney Yemen’den çekilmek zorunda kalmışlar ve Güney Yemen’de bağımsız bir devlet olan “Güney Yemen Halk Cumhuriyeti” kurulmuştur. Güney Yemen, Sovyetler Birliği’nin etki alanı altına girmiş, ülke aynı zamanda Araplar arasındaki çatışmaların merkezi haline gelmiştir.

1967 yılından 1990 yılına kadar fakirliğin, doğal afetlerin, iktidar mücadelesi sonucu ortaya çıkan iç çatışmaların devam ettiği Yemen’de Kuzey ve Güney birleşerek 1990 yılında “Yemen Cumhuriyeti”ni kurmuşlardır. Yemen Cumhuriyeti kurulduğu günden bugüne kadar kesintisiz devam eden iç savaşların ve çatışmaların pençesinde kalmış; ve sonrasında, terör bahanesiyle komşu ülkelerin ve ABD’nin etki sahası içine girmiştir.

Yemen’in jeo-stratejik önemi ülkeyi yüzyıllardır devam eden çatışmaların ortasında tutmuştur. Yemen’in kontrolünde olan Bab’ül Mendeb (Hüzün Kapısı) Boğazı Kızıldeniz ile Aden Körfezi ve dolayısıyla Hint Okyanusu ve Süveyş Kanalı vasıtası ile Akdeniz arasında geçişi sağlıyor. Söz konusu boğaz Asya ile Afrika’yı ve Avrupa’yı birbirine  bağlıyor.

Ortadoğu petrollerinin transferi ve ticari açıdan önemli bir noktada bulunan Yemen dünya ülkelerine 4 kat fazla mesafeyi kullanmadan (Ümit Burnu’nun dolaşılması) daha kısa sürede deniz taşımacılığı yapma imkanı sunuyor. Genel olarak ise dünya petrol ihracatının %26 kadarının bu bölgeden geçtiği bilinmektedir. Bu nedenle Körfez Ülkeleri ticaretlerini ve özellikle petrol taşımacılığını olumsuz etkileyebileceği için ülkedeki iktidar mücadelesinde hep taraf olmuşlardır.

Mısır ve İsrail uluslararası deniz ticaret yollarının en önemlileri arasında yer alan boğaza, Kızıldeniz’i Süveyş Kanalı’na (Akdeniz ile Kızıldeniz’i birbirine bağlayan yapay su yolu         17 Kasım 1869’da Mısır topraklarında trafiğe açılmıştır) bağladığı için ayrı bir önem vermektedirler. Suudi Arabistan için petrol ve doğalgaz boru hatlarının varış noktası olan Kızıldeniz, İran Körfezi’nin alternatifi olması sebebiyle de hayati önem arz etmektedir. İran’ın tarihsel ve mezhebi bağları olan Husiler aracılığıyla bu boğazı kontrolü altına alarak Körfez Ülkeleri üzerinde etkisini artırmaya çalıştığı anlaşılmaktadır.

2017 yılı verilerine göre nüfusu 28 milyon olan Yemen halkını ağırlıklı olarak Araplar oluşturmakla birlikte Afrika Arapları, Güney Asyalılar ve Avrupalılar da ülkede bulunmaktadır. Nüfusunun tamamı Müslüman olan Yemen halkının %60’ını Sünni, %40’ını ise Şiiliğin Zeydiye koluna mensup Husiler teşkil etmektedir (Bu mezhebi ayrım farklı kaynaklarda %65 Sünni, %35 Şii şeklinde de yer almaktadır). Yemen’de ayrıca %0,9 ile temsil edilecek şekilde Yahudi, Hıristiyan, Bahai, ve Hindu dinlerine mensup insanların yaşadığı da bilinmektedir.

Uzun bir süre Yemen’i yöneten Zeydiler’e ayrı bir parantez açmanın önem arz ettiğini düşünüyorum. İmamlık konusu Zeydilikte önemli bir konu olduğu için Yemen sık sık isyan bölgesi hâline gelmiştir. İmam, yani önder olarak görülecek kişi bütün vasıfları barındırmıyorsa onun imamlığı kabul edilmemektedir. İmam olacak kişinin Ehl-i Beyt‟e mensup olması gerekmektedir. Gerektiğinde hücum ve müdafaa için kılıcına başvuracak kabiliyete sahip olmalıdır. Ayrıca derin bilgi sahibi olmalıdır. Dolayısıyla Osmanlı Devleti yönetiminde Yemen‟de sık sık çıkan isyanlarda İmamların gördüğü desteği iklimin Yemenliler üzerinde meydana getirdiği tesirin yanı sıra bu mezhebin esaslarında da aramak yerinde olacaktır.[4]

Osmanlının bölgede hakimiyetini sürdürdüğü dönemde Zeydi itikadına mensup aşiretlerin kendi İmamları tarafından yönetilme isteği, aşiretlerin birbirleri ile olan güç mücadeleleri sonucu ortaya çıkan çatışmalar, İngilizlerin Arap Milliyetçiliğini ve mezhepsel farklılıkları kışkırtmaları Osmanlının Kuzey Yemen’de güç kaybetmesine neden olan unsurlar olarak sıralanabilir.

2000’li yılların başından itibaren El-Kaide terör örgütünün bu topraklarda da ortaya çıkması ve güç kazanması, kuzey ile güney arasındaki güç mücadelesinin devam etmesi, İran’ın desteğini alan Husilerin yönetime karşı ayaklanmaları, DEAŞ’ın Yemen’de ortaya çıkışı ve Husilere karşı eylemlere başlaması ulusal ve uluslararası tüm diyalog çağrıları ile çabalarını sonuçsuz bırakmıştır.

2009 yılında merkezi  hükümete destek vermek amacıyla 1458 km kara sınırı bulunan Yemen’de Şii isyancılara karşı tek başına hava harekâtı düzenleyen Suudi Arabistan, bu kez 2015 yılında Umman dışındaki Körfez İşbirliği Konseyi [Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Suudi Arabistan, Umman, Katar, Kuveyt] ülkeleri ile Mısır, Fas, Ürdün, Sudan’ı  yanına alarak Şii isyancılara karşı İran’ın bölgede artan etkisini kırmak maksadıyla bugüne kadar devam eden hava harekatına başlamıştır. Katar, Körfez Ülkeleri ile yaşadığı kriz sonrası koalisyondan çekilmiştir. ABD ve İngiltere ise bu koalisyona istihbarat ve lojistik destek sağlamaktadırlar. Bu arada dünyada silah ihracatı yapan ülkeler arasında ABD’nin birinci, İngiltere’nin altıncı; ithalat yapan ülkeler arasında ise Suudi Arabistan’ın ikinci, Birleşik Arap Emirlikleri’nin üçüncü sırada bulunduğunu söylemek yeterli olacaktır.[5]

Artık Yemen’deki savaş, iki Müslüman ülkenin üçüncü bir Müslüman ülkedeki “vekalet savaşına” dönüşmüştür. Bu iki ülke, acaba kime vekalet ediyor diye de düşünmekten kendimi alamıyorum. Yine savaşlardan yorulmuş bir toplumun neyi var neyi yok elinden alınması için ülkenin harp sahasına dönüşünü seyrediyoruz. Ölmenin ve öldürülmenin sıradanlaştığı, kolaylaştığı; insanlık tarihinde yerini alacak acımasız ve insanı yok eden zaman dilimine tanıklık ediyoruz.

Ülke içindeki yaşam alanları, hastaneler, ibadet yerleri, sanayi tesisleri yerle bir edilmiş ve insanlar (3 milyon) yerlerinden yurtlarından başka yerlere kaçmak zorunda kalmışlardır. 2015-2018 yılları arasında taraflardan toplam 20.000 insanın yaşamını yitirdiğini öğreniyoruz. Bu ölümlerin yarısının ise tek başına 2016 yılında olduğuna dair bilgilere ulaşıyoruz.[6]

Anlamakta zorlandığım ve  belki de Yemen halkının şimdiye değin yaşadığı problemlerin ana sebebi “Görünürde ABD, El-Kaide ve DEAŞ ile mücadele etmek için Yemen’de; Suudi Arabistan, Şii Husileri bastırmaya çalışıyor; İran Husiler’i  destekliyor; Şii Husiler merkezi yönetime, Suudi Arabistan ve ABD’ye düşman; DEAŞ ve El-Kaide Husilere ve ABD’ye saldırıyor; Rusya İran’a arka çıkıyor; DEAŞ aynı zamanda Rusya ve İran’ın ortak düşmanı” bu çok bilinmeyenli,  karmaşık ve çelişkili duruma gerçek bir yanıt bulunamamasıdır.

Suudi Arabistan liderliğinde başlatılan müdahale sonrası Yemen’e karadan, havadan ve denizden uygulanan ambargolar nedeniyle insanlar açlıkla karşı karşıya kalmış, ülkede son yüzyıldaki en büyük kolera salgını başlamış ve yetersiz sağlık koşulları nedeniyle sadece bu hastalıktan yaklaşık 3.000 insanın öldüğü rapor edilmiştir. Ülke nüfusunun %80’i insani yardıma muhtaç halde yaşamlarını sürdürmektedir.

Türkiye, Yemen’deki gelişmeleri yakından takip ettiğini, tüm bölgenin güvenlik ve istikrarını ilgilendiren gelişmelerin yaşandığı Yemen’de barış ve istikrarın biran evvel sağlanmasına önem atfettiğini belirtmektedir.[7]Ayrıca; insani yardım kapsamında sağlık, yiyecek ve maddi yardımlar devam etmektedir.

Birleşmiş Milletler tarafından; tahmini yaşam süresi, ortalama okula gitme ve eğitim süresi ile kişi başına düşen milli gelir esas alınarak yazılan “2016 Yılı İnsani Gelişim Raporu”nda Yemen’in 188 ülke arasında “düşük insani gelişim” gösteren ülkeler bölümünde 168’inci sırada olduğu görülmektedir.[8]

Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonunun 2016 yılı verilerine göre Yemen “en fakir ülkeler” [9]sıralamasında 189 ülke arasında kişi başına düşün milli gelir esas alındığında 2.521 dolar ile 29’uncu sırada yer almaktadır.

Yine Birleşmiş Milletler tarafından; kişi başına düşen milli gelir, insani değerler (beslenme, sağlık-sağlığa ulaşım, okula devam etme-okuryazarlık), ekonomik kırılganlık verileri dikkate alınarak hazırlanan ve 2017 yılında yayımlanan “Dünyadaki En Az Gelişmiş Ülkeler Listesi”nde[10] Yemen’de bulunmaktadır.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün  2017 yılı “dünya yolsuzluk algısı sıralamasında[11] Yemen, 180 ülke arasında 176’ncı sırada yer almaktadır. Yolsuzluk varsa eşitsizlik, eşitsizlik varsa yolsuzluk vardır. Gücün ve zenginliğin eşit paylaşılmadığı toplumlarda yolsuzluk hep olagelmiştir. Yemen örneğinde olduğu gibi kamu kurumlarının zayıfladığı ve yok olduğu, istikrarın olmadığı ve iç çatışmaların devam ettiği toplumlarda kanunlar işlememekte, yolsuzluğa karşı önlem almak zorlaşmakta ve kontrol sağlanamamaktadır.

15 yaş üzerinde okuma yazma bilen insanların nüfusa oranının toplamda %70,1 iken bu oranın erkeklerde karşılığı %85,1 kadınlarda ise %55 olarak tahmin edilmektedir. Ne yazıktır ki silahlı çatışmaların olduğu toplumlarda çocuk işçiliği diğer ülkelerle kıyaslandığında neredeyse iki katını bulmaktadır. Yemen, çocuk işçiliği konusunda dünyada en kötü durumda bulunan 11 ülke arasında 9’uncu sırada bulunmaktadır[12].

Kesintisiz devam eden savaşlar ve iç çatışmalar ülkedeki ekonominin ne halde olabileceğini zaten bizlerin önüne koymaktadır. İnsanlar çatışma ve ölümden fırsat buldukları dönemlerde rahat nefes alabilmenin özgürlüğünü yaşıyorlardır herhalde. Bu durumda işsizliğin hangi boyutta olduğunu (%40 seviyelerinde) anlamakta hiçbirimiz zorluk çekmeyiz. Bu tür ülkelerde ithalatın ihracattan daha fazla bir oranda seyrettiği de bir gerçektir.

“Fakat Yemen ekonomisinde dikkat çeken husus ihracat kalemleri arasında ham petrolün ve sıvılaştırılmış doğal gazın bulunmasıdır.  Kanıtlanmış ham petrol rezervi 3 milyar varil (dünyada 31’inci) iken üretilebilen günlük 21.670 (dünyada 67’inci) varildir. Kanıtlanmış doğal gaz rezervi 478,5 milyar metreküp (dünyada 33’üncü) iken çıkarılan 2,85 (dünyada 56’ıncı) milyar metreküptür. Fakat bu durumun ekonomiye etki etmediğini ve toplumun refahına dönüştürülemediğini görmekteyiz.”

Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan raporda, Suudi Arabistan’ın Yemen’de başlattığı savaşın zaten zayıf olan insani durumu bir insanlık krizine dönüştürdüğü; 1,8 milyon çocuğun yetersiz beslendiği, 1 milyondan fazla kolera vakası yaşandığı ve 8,4 milyon Yemenlinin kıtlıkla karşı karşıya olduğu belirtilmektedir.

Altyapı ve üst yapının neredeyse tamamen yok olduğu; eğitim, sağlık ve güvenliğin sağlanamadığı, toplumun açlık ve fakirlikle kavrulduğu, uyuşturucunun normalleştiği, toplumun aşiret ve mezhep olarak bölündüğü, devlet idaresinin kaybolduğu ve savaşın acımasızca devam ettiği, savaş baronlarının kol gezdiği, önümüzdeki 15-25 yıllık gelişme ve geleceğin şimdiden kaybedildiği, aşiret reislerinin ve kamu hanedanlarının hegemonyasının sürdüğü bir ülkenin çıkış yolu ne olabilir acaba?

Uluslararası toplumun barışı korumak için elle tutulur bir gayret göstermediği, hatta Yemen’deki sivil savaşın tarafı olduğu, ülkede devam eden silah ambargosunun diğer ülkeler vasıtasıyla delindiği, müdahale eden ülkelerin diğer ülkeler tarafından silahlandırıldığı bir ortamda barışın sağlanması için büyük bir çaba ve işbirliğine ihtiyaç duyulmaktadır.

Yemen’de barışın, huzurun, güvenliğin ve istikrarın sağlanabilmesi ancak ve ancak başta savaşçı ve özgüveni yüksek Yemen halkının geçmişinden aldığı güçle aklını başına alıp dini ve siyasi farklılıkların tetiklediği iç savaşa son vermesi, egemenliğin belli gruplara değil tüm topluma ait olduğunu anlaması, adaleti tüm ülkede hakim kılması, diğer devletlerin müdahalesine son vererek bağımsızlığına ve özgürlüğüne sahip çıkması, toplumsal birliğini ve toprak bütünlüğünü  koruması için var gücüyle çalışması sayesinde gerçekleşecektir.

Aslında, geçmişinde savaşları olduğu kadar güzellikleri de barındırır Yemen. Milattan Önceki dönemde “dünyanın en zengin ülkesi”, “mutlu Arabistan” olarak tanımlanır; irem bağlarını, dünyanın ilk gökdelenleri olarak kabul edilen kırmızı kiremitten evleri, farklı yapısıyla Sokotra Adasını barındırır Yemen.

Resimlerine baktığımda masalımsı bir tat bırakır bende Yemen. O resimlerde kırmızı kiremit ve kerpiçten sarp kayalar üzerine yapılmış sarayları, binaları ve camlarını süsleyen beyaz kemerleri görürüm hep. Yemen’in çocukluğumdan beri hayal ettiğim şekliyle aklımda kalmasını, o resmi çalmamalarını ve Bin Bir Gece Masalları’nda olduğu gibi insanların ölmediği ve mutlu sonların var olduğu bir coğrafya olarak sonsuza dek yaşamasını, dünyanın en zengin ve mutlu ülkeleri arasında tekrar yer almasını diliyorum.

 

 

[1]http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/en-buyuk-osmanli-mezarligi-yemen-1323393/

[2] http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse-hur/en-buyuk-osmanli-mezarligi-yemen-1323393/

[3] Cengiz Çakaloğlu, “Yemen İsyanı ve Trabzon Redif Taburu (1905-1906),Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimle Enstitüsü Dergisi, cilt 9 sayı 1(2007), 107

[4] Yahya YEŞİLYURT, Yemen’de Osmanlı-İngiliz Mücadelesi  (1871-1914) konulu tez, (2011), 63

[5] https://www.sipri.org/sites/default/files/2017-09/yb17-summary-eng.pdf

[6] http://hdr.undp.org/sites/default/files/2016_human_development_report.pdf

[7] T.C. Dışişleri Bakanlığı, 2018 Yılına Girerken Girişimci ve İnsani Dış Politikamız (17 Aralık 2017), 97

[8] http://hdr.undp.org/sites/default/files/2016_human_development_report.pdf

[9]Jonathan Gregson, (2017), https://www.gfmag.com/global-data/economic-data/the-poorest-countries-in-the-world?page=12

[10] United Nations Committee for Policy Development Policy and Analysis Division Department of Economic and Development Social Affairs, List of Least Developed Countries (as of June 2017)

[11] https://www.transparency.org/news/feature/corruption_perceptions_index_2017

[12] https://www.worldatlas.com/articles/worst-countries-for-child-labor.html

YORUMLAR 4 Yorum Yapıldı.
  • Çok iyi anlatmıştım yüreğine Bilgine sağlık.
    15 Nisan 2018 19:56
  • Yine nefes nefese okuduğum bir yazı.Her satırda gezdim gördüm sanki oraları.Teşekkürler Ahmet Kazan.Bir sonraki yazıyı heyecanla bekliyorum
    13 Nisan 2018 19:20
  • Kaleminize, yüreğinize, bilginize ve emeğinize sağlık. Bir sonraki yazınızı sabırsızlıkla bekliyorum.
    11 Nisan 2018 00:48
  • Yemene Gidip de dönmüş birilerin olması güzel Yemen gerçekten sıkıntılı günler geçiriyor aklıma Erbakan Hocam geldi İslam birliği kurmak için elinden geleni yaptı birgün vizesiz pasaportsuz her müslüman başka müslüman devletlere gidecektir diye hayal kuruyorum işte o zaman beraber yemene de gideriz Mekke ye de Medine ye de tabiki sizden kutsal şehirlerden Rize hakkında da bir yazı yazmanızı beklerim
    10 Nisan 2018 20:38

Akçaabat Postası SON DAKİKA: