29 Mart 2024 Cuma
0 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

YERELDEN DÜNYAYA

11 Mayıs 2018
YERELDEN DÜNYAYA

 

MAVİ NİL VE BEYAZ NİL GİBİ BARIŞMAK:SUDAN            

Sudan, Birleşmiş Milletler coğrafi tanımı içerisinde Kuzey Afrika’da kabul edilirken Dışişleri Bakanlığının tanımında Sahraaltı Afrika içerisinde yer almaktadır. Sudan, bu bölgede yer alan Afrikalılarla daha sonradan Arap Yarımadasından buraya göç eden insanlardan oluşmaktadır. Sudanlılar, Afrikalı Müslümanlar veya Arap Müslümanlar gibi isimlerle anılsalar da, Araplar Afrikalıları “siyah” olarak çağırsa da bizlerin ten renginden dolayı çok da ayırt edemeyeceğimiz; verimli topraklara, ormanlara, suya, hayvancılığa ve zengin yer altı doğal kaynaklarına sahip olsalar da   kaynaklar iyi yönetilmediği için her metrekaresinde fakirliği hissedeceğimiz misafirperver ve yoksul insanlar ülkesidir. Nüfusunun 2017 yılı verilerine göre 37,5 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Sudan, Arapça’da “siyah” anlamındaki “Sûd” kelimesinden gelmekte, “Biladü’s-Sudan” ise siyah insanların ülkesi anlamını taşımaktadır[1].

Ülkenin neredeyse tamamı Müslüman olmakla birlikte çok az Hıristiyan nüfus yer almaktadır. Nüfusun yaklaşık %70’ini Araplar oluşturmakta, Fur, Beja, Nuba ve Fallata gibi Arap olmayan kabileler bulunmaktadır. Farklı kaynaklarda 19 büyük etnik grup ve 597’den fazla alt etnik grubun ülkede bulunduğu[2],  bu etnik grupların 100’den fazla dil ve lehçe konuştukları,  her kabilenin kendi kültürü ile Afrika, Arap ve Müslüman kültürünü harmanlayarak bir nevi kültürel çeşitlilik içinde yaşadıkları belirtilmektedir.

Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır’ı fethi ile Sudan Osmanlı Devletinin ilgi sahası içerisine girmiştir. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa 1821’de Sudan topraklarını ele geçirmiştir. Sonraki yıllarda Sevakin Adası alınmış ve Kızıldeniz’de önemli bir liman kentine ulaşılmıştır. Hint Deniz Seferleri ile bölgedeki etkinliğini artıran Osmanlı Devleti, Portekiz karşısında Kızıldeniz ve kutsal mekânları koruma politikası çerçevesinde Sevakin Limanı’nı önemli bir üs olarak değerlendirmiştir[3].

1881 yılında Muhammed Ahmed el-Mehdi adlı bir kişi Kavalalı’nın yanlış yönetim uygulamalarını da fırsat bilerek ayaklanmış ve bölgede bir devlet ilan etmiştir. İngilizler, Mısır’daki yönetimin yanlış uygulamalarını düzeltmeyi amaçladıklarını ileri sürerek 1899’da Sudan’a girmiştir. Nihayetinde Mısır-İngiltere arasında yapılan bir anlaşma ile 19 Ocak 1899’da Sudan’da Mısır-İngiliz ortak yönetimi kurularak Osmanlı Devleti’nin Sudan’daki hukuki hakları yok sayılmıştır. Böylece Sudan İngilizlerce fiilen işgal edilmekle kalmamış arkasından bu fiili işgali anlaşma metinlerine karşılıklı imzaların atılması ile hukuki işgal takip etmiş ve Sudan ile Osmanlı Devleti’nin bağları tamamen kopartılmıştır.[4] Sudan’da Türk Dönemi, literatürdeki genel tanımlamaya göre, 1820 ile 1885 yılları arasını kapsamaktadır[5].

1914’de Osmanlı devleti İngiltere aleyhine savaşa girince, İngiliz hükümeti Mısır’ın Osmanlı ile ilişkisini keserek kısmen kendisine bağlamıştır[6]. Sudan’da 1920’lerin başlarında İngilizlere karşı  isyan hareketleri başlamış fakat ilerleyen yıllarda ayaklanmalar bastırılmış ve Sudan   1 Ocak 1956 yılında bağımsızlığını elde edinceye kadar İngiliz işgalinde kalmıştır.

1956 yılında bağımsız olmasından bu yana Sudan’ın darbeler ve siyasal istikrarsızlıklarla dolu bir tarihsel geçmişe sahip olması, geniş bir coğrafî alana yayılan ülkede bölgeler arasında eşitsizlikler ve haksızlıkların yaşandığı bir iç siyasal durumu ortaya çıkarmıştır. Bu durum, sömürge dönemi mirasının da etkisiyle Sudan’ın güney bölgesinin geri kalmasını ve bu bölgenin halkının ekonomik, kültürel ve siyasal açıdan baskı ve ayrıma maruz kalmasını beraberinde getirmiştir. Osmanlı-Mısır yönetimi Müslüman halka hitap etmeyi amaçlayarak Sudan’ın Arap ve Müslüman halkının yoğun olduğu kuzey bölgesine yoğunlaşmış, İngiliz-Mısır yönetimi ise, nüfusunun çoğunluğunu Hıristiyan veya animist olan Afrika kökenlilerin oluşturduğu güney bölgesini bilinçli olarak kuzeyden ayrı tutarak hem ülkede birlik ruhunun oluşmasını, hem de güney bölgesinin ekonomik açıdan gelişmesini engellemişlerdir.[7]

Sudan’ın kuzeyinde ve güneyinde yer alan halklar arasında 1955-1972 yılları arasında birinci iç savaş yaşanmış ve savaş sonucunda güney bölgesine özerklik verilmiştir. 1981-2005 yılları arasında güneye verilen özerkliğin kaldırması ve 1983 yılında ülkenin tamamında şeriat ilan edilmesi nedeniyle ikinci iç savaş meydana gelmiştir. 2005-2011 yılları arasında süren görüşmeler ve 2011 yılında icra edilen referandum ile ülke ikiye bölünmüştür.

Sudan yüzölçümü bakımından Afrika‘nın en büyük ülkesi olma özelliğini 2011 yılında Sudan ve Güney Sudan olarak ikiye ayrılmasından sonra kaybetmiş ve Afrika‘nın en geniş 3’üncü ülkesi konumuna düşmüştür.

Sudan’ın birinci iç savaşı, ülkenin kuzeyinden etnik ve dinsel açıdan farklı olan güney bölgesi halkının uğradığı ayrımcılık ve baskıya karşı bir tepki olarak; ikinci iç savaşı ilk savaşın ardından verilen sözlerin tutulmamasının sonucunda ortaya çıkmakla birlikte ülkeyi nihayetinde bölünmeye götüren ikinci iç savaşta tarafların ve ülke dışındaki aktörlerin soruna yaklaşımlarının şekillenmesinde etkili olan ve ayrılık talebine desteği güçlendiren en önemli gelişme güney bölgesinde petrol yataklarının varlığının tespit edilmesi olmuştur.[8]

Bu darbeler düzeni içerisinde Sudan’da 1989 yılında yapılan askeri darbenin başında yer alan Tuğgeneral Ömer el-Beşir, 1993 yılında Cumhurbaşkanlığına atanmış ve halihazırda aynı görevine devam etmektedir. Bu dönemde yaşanan önemli olayların hatırlanmasında fayda olacağı düşüncesi ve yakın tarihe ışık tutacağı noktasından hareket ederek bazı olaylara beraber dikkat çekelim isterim.

ABD, Ömer el-Beşir’in yönetimi devralması sonrasında terörist ülkeler sınıfına koyduğu Sudan’a mali ve ekonomik ambargolar uygulamaya başlamış, 1996 yılında Sudan’da bulunan Usame Bin Ladin ülke dışına çıkmak zorunda kalmıştır. ABD, 1998 yılında kimyasal silah ürettiği gerekçesiyle başkentte bir tesise füze saldırısında bulunmuştur.

Cumhurbaşkanı Beşir, 1999 yılında Ulusal Meclisi dağıtmış ve meclis başkanı Hasan el-Turabi ile bir güç mücadelesinin ardından olağanüstü hal ilan etmiştir. Asya ülkeleri ve Çin’in desteğiyle petrol çıkarmaya başlayan ve rafineriler kuran Sudan, 1999 yılında petrol ihraç etmeye başlamıştır. 2004 yılında güney ile kuzeyin ayrılmasına sebep olacak görüşmelere başlanmıştır.

2004 yılının Mart ayında İslamcı lider Hasan el-Turabi (1932 yılında Sudan’da doğmuş, İngiltere ve Fransa’da eğitim almış, 1989 darbesinden sonra Ömer el-Beşir’e danışmanlık yapmış, Sudan Müslüman Kardeşler Cemiyetinde yer almış, Sudan’da Şeriatın uygulanması için çalışmış, Darfur konusunda mevcut yönetim ile sorunlar yaşadıktan sonra ayrılarak yeni bir parti kurmuş, ömrünün büyük bir bölümünü hapiste veya sürgünde geçirmiştir) de dahil olmak üzere subaylar ve muhalif politikacılar iddia edilen bir darbe planı nedeniyle gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır.

Sudan ordusunda görev yapan ve 1983 yılında Güney’deki ayaklanmayı bastırmak üzere  görevlendirilen Albay John Garang Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’ni (SPLM) kurarak isyanın daha da büyümesine sebep olmuştur. 2005 yılında imzalanan barış anlaşması ile Ömer el-Beşir’in yardımcılığına getirilen Garang işine başladıktan 7-8 ay kadar sonra şaibeli bir helikopter kazasında hayatını kaybetmiştir. Kimileri SPLM liderini Beşir’in öldürttüğüne inanırken, kimileri de Sudan petrolleri işletmesinin Çin ve Malezya’ya verilmesini onayladığı için Garang’ın ipinin Batılı güçler tarafından çekildiğini savunmaktadır.[9]

Darfur başkent Hartum’un 1300 km batısında bir bölgedir. Yerel Afrikalı çiftçiler ve göçer Arap kabilelerin hayvancılıkla geçindiği bölgede su kaynakları ve otlakların paylaşımı konusundaki uyuşmazlıklar, kuraklığın etkisi ile büyümüş, 2003 yılında, yerel bir isyanın ardından, bölgedeki kabileler ile Sudan hükümeti tarafından kurulan ve desteklenen milis kuvvetleri (Arap göçerler, Janjavid-“silahlı süvari”) arasında çatışmalar başlamıştır. Hükümet tarafından desteklenen göçer Arap deve çobanlarından oluşturulan cancavid’ler aslında başlangıçta Güney Sudan’da yaşanan iç çatışmada kullanılmış daha sonra uluslararası güçlerin baskısıyla Güney Sudan ile 2004 yılında barış anlaşması imzalanınca Darfur bölgesine gitmiş veya gönderilmişlerdir. Darfur yine Müslüman’ın Müslüman’ı öldürdüğü bir arenaya dönüşmüştür. Bazı kaynaklarda yaşanan tecavüz ve yağmalama olaylarının vahşice olduğu belirtilmektedir. Bölgedeki ölüm veya yaralanmaların sayısının ve yaşananlara ilişkin net fotoğrafın taraf olma derecesine göre abartıldığını veya azaltıldığını söylemek doğru olsa bile bizi insanlığımızı sorgulamaya götürecek şeyin rakamlar olmadığına inanıyorum.

Bu çatışma alanının ortaya çıkmasındaki en büyük sebeplerden biri ise Darfur’da yaşayan halklar tarafından geleneksel yöntemlerle çözülen toprak paylaşımı ve  mülkiyet sorununun bölgeye daha sonra eklemlenen unsurlar tarafından yeni yöntemler kullanılarak çözülmeye çalışılırken daha da karmaşık hale getirilmesidir. Ayrıca; Güney Sudan’ın elde ettiği kazanımların Darfur’daki ayrılıkçı unsurların motivasyonuna katkısı bulunduğu da söylenebilir.

Yukarıdaki göçer ve yerleşik çiftçi ayrımı ile Arap ve Afrika kökenli insanlar belirtilmişse de aslında uzun yıllardır beraber yaşayan dinleri, dilleri, renkleri ve kültürleri ortak bu insanların farklılıklarından çok benzerlikleri bulunmaktadır. Bu çatışmalarda Darfur nüfusunun üçte biri -yaklaşık 2 milyon insan- zorla yerinden edilirken, yüz binlerce (BM tarafından 200.000-300.000 arasında insanın yaşamını kaybettiği tahmin edilmekte, bu çatışmadan direkt etkilenen 4,7 milyonun yarısının ise çocuklardan oluştuğu belirtilmektedir[10])  insan öldürülmüştür. 1 milyonun üzerinde insanın ise sakat kaldığı çeşitli raporlarda yer almaktadır. Halen 1,5 milyon kişi yerleştirildikleri mülteci kamplarında yaşamaktadır.

Darfur’un Osmanlı ile ilişkilerine de değinmenin önemli olacağını değerlendiriyorum. 1898 yılından 1916 yılına kadar Darfur‟da bağımsız bir şekilde hüküm süren Fur Hanedanı, 1916 yılında İngilizlerin Darfur üzerine düzenlediği askeri harekât sonrasında ortadan kaldırılmıştır. Ali Dinar Darfurlular için milli bir lider ve unutulmaz bir sultandır. Yine Ali Dinar’ın Osmanlı’ya ve halifeye olan bağlılığı ve sevgisinin izleri, Darfur halkının aklında ve yüreğinde uzun bir süre silinmediği açıktır. İngiliz işgalinin sürdüğü yıllarda bile Darfur camilerinde hutbeler halifenin adıyla okunmuş, Türklere karşı duyulan sevgi bitirilmemiştir.[11]

Bugün eziyetlere maruz kalan yerleşik köylü Fur kabilesi 1’inci Dünya Savaşı sırasında Osmanlının yanında yer aldığını ilan etmiştir.

Hükümetin, Darfur bölgesinde, geniş çaplı bir “etnik temizlik” başlattığı iddiaları üzerine, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 18 Eylül 2004 tarihinde, 1564 numaralı kararıyla genel sekreterden Sudan’da bir araştırma komisyonu kurulmasını istemiştir. Kurulan komisyon, 25 Ocak 2005’te, BM Genel Sekreteri’ne bir rapor sunmuş ve sivil halkın korunması ve suçluların cezalandırılması için harekete geçilmesini tavsiye etmiştir. Raporun ardından, Güvenlik Konseyi, 31 Mart 2005 tarihli ve 1593 numaralı kararı ile olayı Uluslararası Ceza Mahkemesi‘ne taşıma kararı almıştır.

4 Mart 2009 tarihinde Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir hakkında Darfur Bölgesinde soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekten dolayı tutuklama emri çıkartmıştır. Böylece görev başındaki bir lidere ilk kez soykırım, savaş suçu ve insanlığa karşı suç cezası onanmıştır. Ömer el-Beşir, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kuruluşundan (2002 yılından) bu yana hakkında tutuklama emri çıkartılan en üst düzey yetkilidir.

2011 yılındaki iki ayrı devletli oluşumdan sonra da bölgede yaşanan problemler son bulmamış bu sefer başka sorunlar ortaya çıkmıştır.

Bağımsızlığını ilan eden Güney Sudan ile Sudan arasındaki Abyei bölgesi, zengin petrol yataklarından dolayı iki taraf arasında tartışmalı bölge konumuna gelmiştir. Her iki tarafta petrol zengini bu bölgenin kendisine ait olduğunu iddia etmektedir. Güney Sudan burada yüzyıllardır Dinkaların yaşadığını, Hartum yönetimi ise Abyei’de yerleşik olmayan Misriyre kabilesinin de bölgenin halkı olduğunu göçer yaşam biçimlerinden dolayı yalnız yağmur mevsiminde bölgeye geldiklerini, onlarında yüzyıllardır yaşadıkları bu bölgenin geleceği konusunda karar verme haklarının olduğunu söylemektedir.

Abyei sorunun temelinde etnik ve dini unsurlar olduğu her iki taraf açısından iddia edilse de aslında sorun petrolün paylaşımı sorunudur. Sudan petrolünün yaklaşık yüzde %80’i Abyei bölgesinden karşılanmaktadır. Petrol gelirinden elde edilen gelir, Sudan bütçesinin %20’sine tekabül etmektedir. Bu bölgenin Juba yönetiminde kalması Güney Sudan’ın kalkınmasına ve refahına en önemli katkıyı sağlayacakken Hartum yönetimini bir felakete sürükleyecek, yoksulluk ülkenin kaderi olmaya devam edecektir. Geçen yıl Abyei petrollerinden 12 milyar dolar gelir elde edilmiş, bu gelirin %60’ı Hartum yönetimine %40’ı, Juba yönetimine verilmiştir. Fakat Abyei’nin Güney Sudan’da kalması karşısında Hartum yönetimi petrolden gelir elde edemeyecektir. Hartum’un elindeki en önemli silah, petrol boru hattının Kuzey Sudan topraklarından geçerek Kızıldeniz limanına ulaşması ve üç rafinerinin de Kuzey Sudan topraklarında bulunmasıdır.

Uluslararası güçlerin bölgeye olan ilgisi ise yine petrolün paylaşımından kaynaklanmakta, ABD ve İngiltere Çin’in kontrolünde olan petrolden pay almak için ülkeye yakın ilgi göstermektedir. Bugün Amerika ve Çin arasında Afrika kıtası üzerinde yaşanan ticaret savaşının en önemli merkezlerinden birini Sudan oluşturmaktadır. ABD, 2017 yılında Sudan’a uyguladığı ambargoyu kısmen kaldırmıştır.

Geleceğe ilişkin projeksiyon yapılarsa 2016-2017 yıllarında iyileşme gösteren Sudan-ABD ilişkilerinin belirleyicisinin 2020 yılında Sudan’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Ömer el Beşir’in desteklenip desteklenmeyeceği olacaktır. Sudan yönetimi tarafından bu durum olumsuz görülmüş olacak ki 2017-2018 yıllarında Rusya ile karşılıklı ziyaretler yapılmış ve ilişkiler yeni bir ivme kazanmaya başlamıştır.

Özetlemek gerekirse Sudan’ın önemi, sahip olduğu doğal yer üstü ile yer altı kaynakları (verimli topraklar, zengin altın, petrol ve diğer değerli maden yatakları), Nil Nehrinin ülkeden geçmesi ve Kızıldeniz’e kıyısı olmasından kaynaklanmaktadır. 

BM Güvenlik Konseyinin 1769 numaralı ve 31 Temmuz 2007 tarihli kararıyla Darfur’da sivilleri korumak, insani yardımları kolaylaştırmak ve politik sürece yardımcı olmak, insan haklarının ve hukukun üstünlüğünün desteklenmesine katkıda bulunmak, Çad ve Orta Afrika Cumhuriyeti ile sınırlar boyunca durumu izlemek ve raporlamak amacıyla Darfur Afrika Birliği/BM Karma Operasyonu (UNAMID-15.231 personel görev yapmaktadır[12]) oluşturulmuştur. Bahse konu misyonun gücünde indirimler yapılmış ve Haziran 2018 ayına kadar bölgedeki görevine devam edeceği kararı alınmıştır[13]. BM Güvenlik Konseyinin 1990 numaralı ve 27 Haziran 2011 tarihli kararı  ile Abyei’de yaşanan sorunlara ilişkin olarak Sudan ile Güney Sudan arasındaki sınırın kontrolünü sağlamak, bölgeyi silahsızlandırmak, insani yardımların dağıtımını emniyete almak, insani yardım kuruluşlarının çalışanları ile sivilleri korumak ve çatışmaları önlemek maksadıyla oluşturulan Abyei için BM Geçici Güvenlik Gücü (UNISFA-4.765 personel görev yapmaktadır[14]) genişletilmiş ve halihazırda görevine devam etmektedir.

Türkiye, 1 Ocak 1956 tarihinde bağımsızlığını kazanan Sudan’ı ilk tanıyan ülkeler arasında yer almış ve Hartum Büyükelçiliğimiz 1 Ocak 1957 tarihinde faaliyete geçmiştir. Sudan’ın Ankara Büyükelçiliği ise 14 Eylül 2009’da açılmıştır. Ülkemiz ile Sudan arasındaki siyasi ilişkiler mükemmel düzeyde seyretmekte olup, uluslararası örgütler ve platformlardaki işbirliğimiz yoğun olarak sürdürülmektedir. Sudan, halen Afrika’daki en kapsamlı ilişki ve işbirliğine sahip olduğumuz başlıca ülkelerden biridir. Türkiye ile Sudan arasında karşılıklı olarak gerçekleştirilen birçok üst düzey ziyaret ve bu ziyaretler vesilesiyle imzalanan çeşitli işbirliği anlaşmaları başta tarım, sağlık, güvenlik ve eğitim alanları olmak üzere, birçok alanda iki ülke ilişkilerinin gelişmesi için önemli zemin hazırlamıştır. Bölgedeki ihtiyaç çerçevesinde, TİKA eşgüdümünde Darfur-Nyala’da 150 yatak kapasiteli modern bir eğitim hastanesi inşa edilmiş ve resmi açılışı Şubat 2014’te yapılmıştır. Nyala Sudan-Türkiye Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Türkiye’nin yurtdışında hayata geçirdiği en kapsamlı dış yardım projelerinden biridir.[15]

Darfur sorununun başladığı günden bu yana çözümü için sosyal, ekonomik, siyasi ve diplomatik girişim ve katkılarda bulunan Türkiye; her ülke için istediği toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı yönündeki ilkesini Sudan için de istemektedir. Sorunun barışçıl ve demokratik yollarla çözümünden yana olan tavrını uluslararası her platformda sergilemiştir.[16]

Sudan’ın kanıtlanmış ham petrol rezervi 5 milyar varil (dünyada 24’üncü sırada), günlük üretimi 104.900 varil (dünyada 43’üncü sırada), günlük ihracatı ise 152.100 varildir (dünyada 34’üncü sırada). Sudan’ın ihracat kalemleri arasında petrol, altın, pamuk, canlı hayvan ve et, susam, Arap zamkı, tabaklanmış deri, şeker ve yer fıstığı bulunmaktadır.

Bölge ülkelerinden ve Güney Sudan’da devam eden iç savaşlar nedeniyle yaklaşık 1 milyon insan Sudan’a göç etmiş, özellikle Darfur bölgesindeki ve Güney Sudan sınırındaki çatışmalar nedeniyle 3,3 milyon insan ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalmıştır.

Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonunun 2016 yılı verilerine göre Sudan “en fakir ülkeler” [17]sıralamasında 189 ülke arasında kişi başına düşün milli gelir esas alındığında 4.452 dolar ile 52’nci sırada yer almaktadır.

Yine Birleşmiş Milletler tarafından; kişi başına düşen milli gelir, insani değerler (beslenme, sağlık-sağlığa ulaşım, okula devam etme-okuryazarlık), ekonomik kırılganlık verileri dikkate alınarak hazırlanan ve 2017 yılında yayımlanan “Dünyadaki En Az Gelişmiş Ülkeler Listesi”nde[18] Sudan’da bulunmaktadır.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün  2017 yılı “dünya yolsuzluk algısı sıralamasında[19] Sudan, 180 ülke arasında 176’ncı sırayı Yemen ile birlikte paylaşmaktadır.

Tüm bu yaşanan olumsuzluklar yanında, 2010 yılında yapılan seçimlerde Sudan Parlamentosunun %28’inin kadınlar tarafından oluştuğunu[20] söylemek gerekmektedir.

Yüzyıllardır sömürge ve manda düzeninin devam ettiği sömürgecilik süresince siyasi, ekonomik ve sosyal yapısı sistemli bir şekilde tahrip edilmiş, bitmek bilmeyen iç savaşların ve ardı ardına darbelerin yaşandığı, elindeki kaynakları bir türlü kendisi kullanamayan, insanları yokluğa, ölüme ve sefalete alıştırılmış Afrika ve Ortadoğu ülkeleri ve dolayısıyla Sudan halkı bir gün mutlaka hak ettiği yeri bulacaktır.

Güney Sudan’dan doğan Mavi ve Beyaz Nil Nehirleri, Sudan’ın başkenti Hartum’da birleşerek tüm kurak ve sıcak Sahraaltı Afrika’sına hayat vermeye, can suyu olmaya devam ediyor. Nil Nehrinin geçtiği Etiyopya, Sudan, Uganda, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Kenya, Tanzanya, Ruanda, Burundi, Güney Sudan ve Akdeniz’e döküldüğü Mısır’a refah, bolluk, işbirliği ve nihayetinde barış getirmesini temenni ediyorum. Nil’in iki kolunun kavuştuğu Sudan’ın kavuşmanın en güzel şekli olan barışı yakalaması, aklını ve kalbini birlikte kullanarak ülkede yaşayan tüm insanlara ortak bir gelecek hazırlaması dileğiyle.

 

[1] Necdet YASIT, Sudan’da Türk Dönemi (1820 –1881) Yüksek Lisans Tezi, s.12, Isparta–2012

[2] Mustafa KHALİD MUSTAFA, Darfur Sorununun Sudan’ın İç Güvenliğine Etkisi Yüksek Lisans Tezi, s.7, Ankara-2014

[3] Fatih YOL, 19. Yüzyılda Sudan’da Osmanlı Yönetimi ve İngiliz İşgali Yüksek Lisans Tezi, s.4, Hatay-2016

[4] Fatih YOL, 19. Yüzyılda Sudan’da Osmanlı Yönetimi ve İngiliz İşgali Yüksek Lisans Tezi, Hatay-2016, s.5

[5] Necdet YASIT, Sudan’da Türk Dönemi (1820 –1881) Yüksek Lisans Tezi, s.IV, Isparta–2012

[6] http://tarihvemedeniyet.org/documents/makaleler/Vilayetlerin%20elden%20cikisi.pdf

[7] Menekşe SÖZBİLİR,  Stratejik Kaynakların Afrika’daki Ayrılıkçı Hareketlere Etkisi: Sudan Örneği Yüksek Lisans Tezi, s.2, Haziran 2015

[8] Menekşe SÖZBİLİR,  Stratejik Kaynakların Afrika’daki Ayrılıkçı Hareketlere Etkisi: Sudan Örneği Yüksek Lisans Tezi, s.2, Haziran 2015

[9] Ersin KALKAN, İşte Darfur gerçeği, 06.12.2009 – 00:00 | Son Güncelleme: 06.12.2009 – 14:09, http://www.hurriyet.com.tr/gundem/iste-darfur-gercegi-13122856

[10] https://www.unicef.org/infobycountry/sudan_darfuroverview.html

[11] Mustafa KHALİD MUSTAFA, Darfur Sorununun Sudan’ın İç Güvenliğine Etkisi Yüksek Lisans Tezi, s.29, Ankara-2014

[12] https://peacekeeping.un.org/en/mission/unamid

[13] https://www.hrw.org/world-report/2018/country-chapters/sudan

[14] https://peacekeeping.un.org/en/mission/unisfa

[15] http://www.mfa.gov.tr/turkiye-sudan-siyasi-iliskileri.tr.mfa

[16] Mustafa KHALİD MUSTAFA, Darfur Sorununun Sudan’ın İç Güvenliğine Etkisi Yüksek Lisans Tezi, s.75, Ankara-2014

[17]Jonathan Gregson, (2017),https://www.gfmag.com/global-data/economic-data/the-poorest-countries-in-the-world?page=12

[18] United Nations Committee for Policy Development Policy and Analysis Division Department of Economic and Development Social Affairs, List of Least Developed Countries (as of June 2017)

[19] https://www.transparency.org/news/feature/corruption_perceptions_index_2017

[20] http://www.sd.undp.org/content/sudan/en/home/countryinfo.html

 

YORUMLAR Bu Yazıya Henüz Yorum Yapılmadı.. Belki İlk Yorumu Sen Yapmalısın..

Akçaabat Postası SON DAKİKA: