25 Nisan 2024 Perşembe
1 Yorum Yapıldı Yorum Yaz

‘Akçaabat’ Adının Kısa Tarihi – III (Sebastapolis, Hermonassa, Platana, Buladana, Pulathane, Akçaova, Akcaâbad)

9 Şubat 2017
‘Akçaabat’ Adının Kısa Tarihi – III (Sebastapolis, Hermonassa, Platana, Buladana, Pulathane, Akçaova, Akcaâbad)

Önceki yazılarımızda ‘Sebastapolis’, ve ‘Hermonassa’ adlandırmaları üzerine yoğunlaşmıştık. Bu haftaki yazımızda, özellikle klasik dönemde güzel Akçaâbat’ımıza verilen bir diğer isim olan ‘Platana, Buladana, Pulathâne’ adlandırmalarını incelemeye çalışacağız.

Platana, Buladana, Pulathâne

Bu sözcüklerin etimolojisini ele almadan önce Akçaabat’la ilgili olarak pek bilinmeyen veyâ nedense pek dile getirilmeyen çok önemli bir sosyodemografik bağlamı sizlerle paylaşmak isterim. Tarihi belgelerin bize ödevlediği bu husus aslında Akçaabat’ın tâ kadim zamanlardan beri hem nüfus hem kültür segmenti hem de sosyoekonomik seviyesi bakımından neden Trabzon’un en büyük, en zengin ve özgün ilçesi olduğunu büyük ölçüde açıklamaktadır.

Nitekim İran saptraplığı, Roma hükümranlığı, Bizans uçbeyliği, Kommenler devri, Selçuklu ve Osmanlı eyaleti olması bakımından Akçaabat’ın bu kıyı şeridinde hep bir özel yeri ve sosyodemografik derinliği açık ara kendini hissettirmektedir.

Çünkü bu kültür havzasına, yerel demirci ve madenci otoktan halkların dışında, ilk zorunlu göçü, yerleşik ve egemen İran dini inancı tarafından dışlanarak topraklarından sürülen Hürremiler yapmıştır. Sapkın mezhepte dindışı görülen bu İranlı Hürremîler, Trabzon şehrinin sur içine yerleştirilmektense, uzaklaştırılma gayesiyle Trabzon’nun batısındaki Akçaabat bölgesinde yerleştirilmişlerdir.

İkinci önemli göç dalgası olarak, yine Ermeni dini inancı tarafından dışlanan ve topraklarından sürülen Paulikan Ermeniler de aynı şekilde Akçaabat’a kolonize edilmişlerdir.

Diğer üçüncü önemli kolonizasyon ise, Romalılar ve Bizanslılar tarafından kendileri için tehlikeli ve sakıncalı olarak görülen, bir arada durmalarının tehlikeli olarak görülmesi nedeniyle savaşçı Bulgar, Macar, Moğol ve İskit Türklerinin İstanbul çevresinden ve balkanlardan ayıklanarak, baş düşman olarak görülen İran (Pers) sınırlarına ve dolaysıyla Akçaabat’a yerleştirilmesiyle olmuştur. Nitekim ilçemizdeki, Mucura, Macara, Moğola, Üstürkiya vb. eski proto-Türk köy adlarının varlığı, sözünü ettiğimiz bu kolonizasyonu tarihsel olarak bize belgeleyebilmektedir.

Dördüncü önemli göç dalgası ve kolonisazyonu ise Selçukîler ile gelen Çepnilerdir. Nitekim Akçaabat’taki Hızırnebi kültü, Kalander gecesi, çaput ve yatır kültürü, yaylacılık, toy ve şenlik (dernek/panayır) kültürü, işte bu Çepni Türklerinin folklorumuzdaki karşılığı olarak halen dipdiri bir şekilde yöremizde yaşamaktadır.

Son önemli göç dalgası ise Trabzon’un fethinden ancak 6 yıl sonra fethedilen ve ele geçirilen Akçaabat ve Akçakale nahiyesine, özellikle Konya ve Karamanoğlu Türkmen bakiyelerinden, özellikle de Gümüşhane ve Kürtün üzerinden yeni Türkmen yerleşimcilerinin intikal ettirilmesidir. Örneğinin ilçemizdeki İhtimana (gelip sığınanlar) köyü gibi yer adlandırmaları da bu son göç dalgasının ilçemizdeki izdüşümleri olarak okunabilmektedir.

Bunu neden uzunca anlattım?

Çünkü Akçaabat’ın birden çok adının olmasının asıl nedeni bu! Çünkü Akçaabat, bu nedenle çok katmanlı bir tarihe ve de sosyolojiye sahip….

İşin ilginç yanı ise; Akçaabat, gerek İran, gerek Roma ve Bizans kaynaklarından çok kendilerindenmiş gibi sahiplenilmemiş, bu bölge sınırdışı/surdışı kabul edilmiş, nüfus ve kültür geçişkenliğinin olduğu gri alan (sürgün yeri/zorunlu ikamet yeri) olarak tanımlanmış ve bu nedenle de güvenlik hattı olarak görüldüğü için cesim kaleler de buraya yapılarak, Trabzon yönetimleri buradan başlayarak kendilerini korunmaya çalışmışlardır. Hatta enteresandır, bölgemizde ara ara görülen ve yıllarca süren büyük veba salgınlarında bile karantina alanları veya korunaklı alanlar hep Akçaabat’tan cihetinden seçilmiştir.

Dolaysıyla, günümüzde de olduğu gibi gibi, tâ kadim zamanlardan beri Akçaabat hem nüfus olarak, hem kültür ve folklor zenginliği bakımından hem de ekonomik varlığı ve de gücü bakımından bu nedenlerle hep açık ara Trabzon’un en büyük ilçesi olma özelliği göstermiştir.

Şimdi konumuza dönecek olursak, Akçaabat ilçesinin tarih içerisinde aldığı farklı adlardan olan ‘Platana’ adına yoğunlaştığımızda, egemen görüşün aksine ‘Platan’ sözcüğünün Yunanca veya Helence bir sözcük olmadığını, bu sözcüğün aslen Ermenice olduğunu bulgulayabiliyoruz.

Ermenice bir ad olan ‘Platan’ sözcüğü, çınar/gavlahan ağacı anlamındadır. Denilebilir ki, Akçaabat’a Platan adını, yazımızın en başında değindiğimiz gibi buraya ilk olarak kolonize olan Paulikan Ermenileri vermiş olmalıdır. Daha sonra gelen Rumlar ve Helenler de bu adı helenize ederek kendi kelimeleri olan “Platanos: Çınar” sözcüğü yerine ‘Platan’ sözcüğünü aynen koruyarak kullanmışlar ve helenize ettikleri bu yer adını “Platana”ya çevirerek kullanmışladır. Önemli bilim insanlarımızdan olan Bilge Umar’a göre ise “Platan-Ana” bileşkesindeki ‘ana’ eki de Anadolu’nun kadim halkı olan Luvi dilinden bakiye olarak kullanılmıştır. Dolaysıyla ‘Platana’ adlandırmasının “Ermenice-Luvice” bileşkesinden türetildiğini ve bu adın Helen dilindeki ‘Platanos’ ile benzeştiği için de kullanılmaya devam edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.

Şakir Şevket ve Bijikyan ise, klasikler arasında kabul edilen eserlerinde, ‘Platan’ (çınar) ağacının bu yörede kutsal görüldüğünü ve tapkı totemi olarak kullanıldığını ifade etse de bu görüş bize göre eksiktir. Çünkü kadim topluluklarda ağaca tapınmaktan ziyade, kutsal bir yer olarak kabul edilen tapınma alanındaki ağacın altında düğün, cenaze, kurultay, ahitleşme, ayin gibi folklorik ve dini törenler yapılarak, o ağacın etrafında danslar ve ibadetler edilirdi. Burada ağaç figürü tapınç nesnesi (sanemi) değil, buluşma yeri ya da kutsal mekanın işareti olarak kabul edilmekteydi. Dolaysıyla, yöremizde ağaçtan evlerde ve seranderlerde yaşayan, animist (herşeyi canlı kabul eden) bir rûh dünyası olan, çoğunlukla meyvelerle beslenen, ağaçlarda korunan ve saklanan insan topluluklarının ağacı sevmesini ve kutsal saymasını, tapınma alegorisi olarak görmek pek doğru görünmemektedir.

Neyse biz konumuza dönelim. Demek ki, ilçemizin adlarından olan “Platana” isminin kısa tarihi işte bu şekilde…

Diğer bir ad olan “Buladana” adına gelince, burada parantezi biraz daha büyütmek gerekir. Çünkü Karadeniz’in kıyı şeridinde “Bolaman, Bulancak” yerleşim yerleri vardır. Ayrıca şimdilerde adı Tirebolu (Tri-Poli=Üç Kale) olan yakınımızdaki bir ilçenin adının da Helenize edilemeden önce “Buldana”, “Buladan” olduğunu ve bu adlandırmanın da Luvi dilinden geldiğini yine Bilge Umar’ın ansiklopedik çalışmalarında görüyoruz.

Sözünü ettiğimiz “Bula, Buladan, Buldan, Buladana” adlarının Pelasg/Luvi dilindeki anlamı ise “Su zengini, su ormanları olan yer, su koruluğu zengin olan, yağmur ormanları olan” anlamındadır. Dolaysıyla Akçaabat’ın bazı kaynaklarda “Buladana” olarak adlandırılmasının açıklayıcı bir nedeni de, yeraltı su zenginliği ile bereketli yağmur ormanlarına/korularına sahip olması olarak öne çıkmaktadır. Ancak bu ‘Buladana’ adlandırmasının, “Pulathâne” adlandırmasının aksan olarak Karadeniz şivesiyle yumuşatılmış bir deyişi olarak ta düşünülebileceği argümanı da doğrusu göz ardı edilmemelidir.

Söz buraya kadar gelmişken, “Pulathane” adına da değinecek olursak, “Polathane=Demirhane” adlandırması bize buradaki otoktan halklardan olan Khaliblerin madencilikle uğraştıklarını, ayrıca buraya kolonize olan ilk proto-Türklerin ve sonrasında intikal eden Çepnilerin ve Selçukilerin aynı zamanda iyi demirciler olduklarını ve nitelikli savaş aletleri yapabildiklerini hatırlatmaktadır. Kaldı ki, Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, ‘Oğuzlar’ adlı başyapıtında, Khaliblerin Erzurum ovasından Trabzon sahiline inerek yerleşen Saka Türklerinin bir boyu olduğunu vurgulamaktadır.

Nitekim, ilçemizdeki Demirkapı, Demirciler, Derbent, Baltacı (Kurebi) gibi köy adlandırmaları da, Akçaabat’ın demir işlemeciliği ve madenciliği üzerinde önemli bir geçmişe sahip olduğunu göstermekte, bu nedenle de ‘Polathane’ adının klasik dönemlerden bu yana ‘Pulathane / Nefs-i Pulathane’ olarak kullanıldığını bize göstermektedir.

Zaten yazımızın en başında değindiğimiz göç hareketlerinin kronolojisi ile Akçaabat’ın adlandırma kronolojisinin ve çeşitliliğinin büyük ölçüde örtüşmesi de, bize rahatlıkla yukarıdaki savlarımızın gerçeğe en yakın argümanlar olduğunu düşündürmektedir.

Gelecek hafta Akçaabat’ın geriye kalan diğer adlandırmaları ile kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Bu vesileyle herkese güzel bir hafta diliyorum…

İstanbul’dan herkese kucak dolusu sevgiler…

Hoşçakalın…

YORUMLAR 1 Yorum Yapıldı.
  • Bilgiler için çok teşekkür ederim.
    13 Nisan 2020 02:04

Akçaabat Postası SON DAKİKA: